İçselleştirme Ne Demek? TDK’ya Göre Anlamı ve Günümüzdeki Yeri
İçselleştirme, kelime olarak duyduğumuzda bazen soyut ve karmaşık bir kavram gibi gelebilir. Ancak, yaşamımızda sürekli karşılaştığımız, zihinsel ve toplumsal anlamda önemli bir süreçtir. Peki, içselleştirme ne demek? Türk Dil Kurumu’na (TDK) göre, içselleştirme; “dışsal olan bir şeyi ya da düşünceyi bireyin kendi düşünce ve değer dünyasına katması, bir şeyin içsel hale gelmesi” anlamına gelir. Kısacası, bir kişinin dış dünyadan aldığı bir düşünceyi, davranışı ya da değerleri, kendi düşünsel yapısına entegre etmesi sürecidir. Bu yazıda, içselleştirmenin ne anlama geldiğini, tarihsel bağlamını ve günümüzdeki akademik tartışmalarını derinlemesine inceleyeceğiz.
İçselleştirmenin Tanımı ve Temel Anlamı
Türk Dil Kurumu’na göre içselleştirme, dışarıdan alınan bir düşünce, değer veya davranış biçiminin, birey tarafından kabul edilip, bireyin içsel dünyasına, değer yargılarına ve kişisel inançlarına dâhil edilmesidir. Bu süreç, bireyin toplumsal normlar, aile yapıları, eğitim ve kültürel değerler gibi dışsal etmenlerden etkilenerek, bunları kendi kimliği ve düşünsel yapısına entegre etmesidir.
Örneğin, bir çocuk ailesinden veya okuldan belirli ahlaki değerler öğrenebilir ve bu değerleri, büyüdükçe kendi hayatına, ilişkilerine ve kararlarına yansıtabilir. İçselleştirme, sadece toplumsal kuralların öğrenilmesi değil, aynı zamanda bireyin bu kurallara kendi kimlik yapısında yer vererek onlara uyum sağlaması sürecidir.
İçselleştirmenin Tarihsel Bağlamı
İçselleştirme kavramı, psikoloji, sosyoloji ve felsefe gibi birçok disiplinde önemli bir yere sahiptir. Psikolojinin ilk dönemlerinde, psikologlar bireylerin içsel dünyalarındaki dönüşümü açıklamak için içselleştirme kavramını kullanmışlardır. Sigmund Freud, psikanaliz teorisinde, içselleştirmenin bireyin süregeldiği bilinçdışı süreçler ile bağlantılı olduğunu savunmuştur. Freud’a göre, bireyler dış dünyadan aldıkları değerleri ve normları, aileleri ve toplumları aracılığıyla kendi iç dünyalarına yerleştirirler.
Daha sonra, sosyolojinin önemli kuramcıları olan Pierre Bourdieu ve Michel Foucault, içselleştirmeyi, bireylerin toplumsal yapılar ve normlar ile nasıl etkileşime girerek kendi kimliklerini şekillendirdiğini açıklamak için kullanmışlardır. Bourdieu’nun “habitus” kavramı, bireylerin toplumsal çevrelerinden aldıkları kalıpları içselleştirerek, bunları yaşam boyu sürdürmeleriyle ilgilidir. Yani, içselleştirme, toplumsal yapının ve bireyin etkileşiminin sonucu olarak, bireyin bilinçli ya da bilinçdışı bir şekilde sosyal normları içselleştirmesini ifade eder.
İçselleştirme ve Günümüzdeki Akademik Tartışmalar
Günümüzde içselleştirme, psikolojiden sosyolojiye kadar pek çok akademik alanda tartışılmaya devam etmektedir. Eğitim teorileri, çocuk gelişimi ve toplumsal değişim gibi konularda içselleştirme, önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle, bireylerin toplumsal normları ve değerleri içselleştirmeleri, bu değerlerin toplumdan topluma nasıl değiştiği ve bu değişimlerin bireylerin kişisel kimliklerinde nasıl bir yer bulduğu gibi sorular, günümüzde geniş bir şekilde incelenmektedir.
Modern psikologlar, içselleştirmeyi sadece toplumsal kurallara uyum sağlama olarak görmezler. Aynı zamanda, bireylerin özsaygı, özgür irade ve psikolojik sağlığı üzerinde de önemli bir etkiye sahiptir. İçselleştirilen değerler, bireyin kararlarını, davranışlarını ve ilişkilerini yönlendiren içsel motivasyonlar oluşturur. Örneğin, bireyler dışsal otoritelerden gelen baskılarla değil, kendi içsel değerleriyle hareket etmeye başladıklarında, daha sürdürülebilir ve sağlıklı bir psikolojik gelişim süreci yaşarlar.
Sosyolojik açıdan bakıldığında ise, içselleştirme, toplumsal yapıları ve normları bireylerin iç dünyalarına entegre etme süreci olarak görülür. Bu süreç, bireylerin toplumsal gruplarla olan bağlarını güçlendirir ve toplumsal dayanışmayı pekiştirir. Ancak içselleştirme, yalnızca uyum sağlama değil, bazen toplumsal değişimin de aracı olabilir. Çünkü bireyler içselleştirdikleri değerleri sorgulayıp yeniden şekillendirdiklerinde, bu değişiklikler toplumsal yapıyı etkileyebilir.
İçselleştirmenin Günlük Hayatta Yeri
İçselleştirme, yalnızca akademik bir kavram değil, günlük hayatımızda da sürekli karşılaştığımız bir süreçtir. Aile içindeki değerler, okulda öğrenilen davranışlar, arkadaş çevresinin etkisi, toplumun genel normları gibi faktörler, hayatımız boyunca içselleştirdiğimiz önemli unsurlar arasında yer alır. İçselleştirme süreci, sadece kişisel kimlik gelişimimizi değil, aynı zamanda toplumsal uyumumuzu ve ilişkilerimizi de şekillendirir.
Bir iş yerinde, bir ailede ya da sosyal çevremizde karşılaştığımız normlar, zamanla bireylerin bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde içselleştirdiği davranış biçimlerine dönüşür. Örneğin, bir şirketin kültürünü, çalışanlar sadece kuralları öğrenerek değil, aynı zamanda bu kuralları içselleştirerek benimserler. İçselleştirilmiş bu kurallar, zamanla çalışanların şirketle olan bağlarını güçlendirir ve organizasyonel bağlılıklarını artırır.
Sonuç: İçselleştirmenin Birey ve Toplum Üzerindeki Etkisi
İçselleştirme, bireylerin dış dünyadan aldıkları değerleri ve normları kendi içsel yapılarında benimsedikleri bir süreçtir. Bu süreç, yalnızca bireysel kimliğin şekillenmesinde değil, aynı zamanda toplumsal yapının korunmasında ve değişiminde de önemli bir rol oynar. İçselleştirilen değerler, bireylerin davranışlarını, kararlarını ve ilişkilerini yönlendirir. Ayrıca, toplumsal bağları güçlendirirken, toplumsal değişim süreçlerini de tetikleyebilir.
Günümüzde içselleştirme, psikolojik, sosyolojik ve kültürel açıdan önemini koruyan bir kavramdır. Bireylerin ve toplumların gelişimi, içselleştirdikleri değerler aracılığıyla şekillenir. Bu süreç, sadece bireysel bir olgu değil, aynı zamanda toplumsal bağların güçlendiği, kültürlerin dönüştüğü ve yeni kimliklerin şekillendiği bir dinamik süreçtir.